Sevgili okuyucularım, tarihimizin şanlı sayfaları arasında yaşadığımız bu günler, Türk milletinin dünü, bugünü ve geleceği için büyük öneme sahiptir. Bunlardan Malazgirt ve Sakarya Meydan Muharebeleri ile Büyük Taarruz “Türkiye Türklüğü” için ön plana çıkmaktadır.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Ovası’nda Bizans ordusunu bozguna uğratması Anadolu’nun Türkleşmesi için kapıları ardına kadar açtı. Türkler daha önce de Anadolu’ya gelmişlerdi ama bu seferki gelişleri, Anadolu’nun bir Türk-İslam ülkesi olmasını sağlayacak ve kısa bir süre sonra Avrupalılarca buraya Türkiye demesine neden olacaktır.
Selçukluların Anadolu’da ilerlemesi bütün Haçlı dünyasını tedirgin etti. Haçlı seferleri düzenleyerek üzerimize saldırdılar. Ancak Türk milleti önce Selçuklularla, ardından Osmanlılarla yeni vatanını her türlü saldırganlığa karşı korumasını bildiği gibi sürekli ilerledi. Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılan dünyanın en güçlü devletini kurdu.
Büyük bir gururla andığımız atalarımızın bu başarıları, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra gölgelenmeye başladı. O zaman kadar maneviyatın yanında bilime ve teknolojiye de dünyada en fazla değer veren, gemileri karadan götüren, önemli bilim adamları yetiştiren atalarımız içine kapanmaya başladı. Her sorunu maneviyat ile çözebileceğine inanan bir yapıya dönüştü. Kutsal kitabımız Kuran’da defalarca geçen “Aklını kullan” emri ve Peygamberimizin “İlim Çin’de de olsa gidin alın” hadisi görmezden gelindi. Akıl bir tarafa bırakılarak nakil ile sorunlara çözüm arandı. Ardından felaketler üst üste yaşanmaya başladı. Osmanlı Devleti son 200 yılını daha önce mücadele ettiği Haçlı devletlerinden birine karşı diğerine sığınarak geçirdi. Birinci Dünya Savaşı’nda karşısındaki devletler iş birliği yaptıklarından ve Almanya’da yenildiğinden sığınacak devlet kalmadı. Savaşın sonu Osmanlı Devleti’nin de sonu oldu.
Türkleri önce Avrupa’dan ardından Anadolu’dan atmak amacında olan Haçlılar yurdumuzu dört bir yandan işgale giriştiler. Amaçları Türkleri sahip oldukları son topraklardan da söküp atmaktı. Ancak, Anadolu’yu her taraftan işgal eden bu güçler, Türk milletinin azim ve cesaretinden ve güçlü bir liderin idaresinde neler başarabileceğinden habersizdiler. Artık Selçuklunun yerine Osmanlının kurulduğu gibi Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerine de yeni bir Türk devleti kurulmasının zamanı gelmişti.
Bu amaçla yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Türk milletini mücadeleye inandırıp “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” diyerek düşman ilerleyişini Sakarya’da durdurdular. Bu yıl yüzüncü yıldönümünü idrak ettiğimiz ve 23 Ağustos 1921’de başlayıp 13 Eylül 1921’e kadar 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı ve zaferiyle, 13 Eylül 1683 günü Viyana'da başlayan çekilme, 238 sene sonra durduruldu. Bu zafer aslında yeni Türk devletinin kuruluşunun ve Türklerin bin yıllık ata yurdundan atılamayacağının da habercisiydi.
Ancak, ordumuzun büyük bir saldırı yapması için yaklaşık bir yıl beklendi. Gücünün sınırlarını bilen ve o anda saldırı yapmanın bir intihar olacağını değerlendiren büyük komutan Atatürk, saldırıya gerekli asker ve teçhizatı temin için “Tekalifi Milliye” ile halkından çorap ve çamaşır dahil her türlü desteği aldı, İstanbul’dan kaçırılan silahlar, yurt dışından temin edilen silahlar oldu. Sonunda 26 Ağustos 1922’de gazetelerde “Mustafa Kemal Paşa çay partisi verecek” diye yazarken, Mustafa Kemal cephedeydi ve ordularına saldırı emri vermişti.
Türk ordusu, Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emriyle 26 Ağustos 1922’de başlayıp 30 Ağustos’ta kesin zafere ulaşan Büyük Taarruz ile vatanını kurtardı. Bu Vatan üzerine ilelebet yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün belirlediği sağlam temeller üzerinde kuruldu.
Görüldüğü gibi, içinden geçtiğimiz bu günlerin tarihimizde, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türk vatanı olarak kalmasında önemi büyüktür. Türk milletine bu toprakları vatan olarak bırakan atalarımızı şükran ve minnetle anıyoruz. Bunun yanında devletimizin tekrar güçsüzleşmemesi, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yaptığı hataları tekrarlayıp yeniden kurtuluş mücadelesi vermek mecburiyetinde kalmamamız için Atatürk İlke ve İnkılaplarına sıkı sıkıya sarılmamız gerektiğini de unutmamalıyız.